Genç kız seslendi, babaaaa bu ne?
Kısık bir sesle okumaya başladı.
"O da beni seviyor"
18 Haziran 2006
Eline aldığı metal vazonun içinde böyle yazıyordu.
Eskimiş, bir yanı kesilmiş, içinde pek de kullanılmayan şeylerin olduğu vitrinin bir köşesinde duran vazonun tabanında tükenmez kalemle yazılan bu yazıyı kimse o ana kadar fark etmemişti.
Genç kızın babası da unutmuştu, geçmişte yaşanılan anıları ve vazonun içine gizlediği hatıralarını.
Fransız balkonun önüne oturdular, rüzgar ılık ılık esiyordu, bir kahve yaparsan sana hikayesini anlatırım dedi, baba…
2000 li yılların ortaları.
Yaz başları, günlerden Salı.
Eminönü meydanı her zaman ki gibi cıvıl cıvıl.
Genç iskelede Kadıköy vapurunun gelmesini bekliyordu.
İçi içine sığmıyor, taşıyordu.
Yanaştı şehir hatlarının beyaz kuğusu.
Her zaman ki zerafeti ile, rıhtıma düdüğü ile selam çaka çaka.
Motorlar manevra yaptıkça köpüren masmavi sular, boğazın sularını kar gibi beyazlatıyordu.
Haşmeti ve güzelliği şiirlere, türkülere konu olan vapura teşekkür ediyordu genç.
Sevdiğine kavuşturduğu için.
İki gün önce bir akrabanın düğününde rast gelmiştiler.
Genç tesadüfi kızın masasında oturmuş, sohbet ilerlemiş, genç kızın kara gözlerinden kendini alamamıştı.
Kız da annesi ve akrabalarının yanında fazla renk veremiyor, ara ara genci detaylıca süzüyordu.
Nihayet dans müziği çaldı, erkek cesaretini topladı, kızı dansa kaldırdı.
Annesinin masasında ki tüm gözler gençlerin üzerinde idi.
Genç, kızdan numarasını istedi, kız söyledi, baktı genç biraz sendeliyor, artık heyecandan mı, içtiklerinden mi.
Ver bari ben yazayım sen beni çaldır dedi.
Yerlerine oturdular.
Müzik devam ederken genç, karşılık bulmanın cesareti ve özgüveni ile kadehini tek seferde içti, masaya biraz sertçe bıraktı.
Gece boyu yazıştılar.
İki gün sonra görüşmek üzere sözleştiler.
Siyah babet ayakkabısı, ince haki yeşili komando cepli pantolonu, beyaz önü fiyonk bağlanmış zarif bulüzu, dağınık kısa saçları ile adeta süzülürcesine yürüyerek çıktı iskeleden.
Yüzük parmağı benli elini kaldırıp, burdaaayımm dercesine salladı pamuk gibi ellerini.
İlk kez buluşuyorlardı.
Kız elini gencin sırtına doğru götürüp sarılarak öptü. Samimi, canayakın.
Merhaba dedi.
Çok bekletmedim umarım.
Dünyanın en güzel anı idi genç için. Demek o da beni seviyor diye düşündü.
"O da beni seviyor"
Çok sonraları
Tahtakaleyi gezerken,
Kapalı çarşının oyuncakçılar çıkışındaki tarihi Şark Handan aldığı pirinç vazonun içine yazmıştı, bu yazıyı. Uzun yıllar sonra tekrar eline geçtiğinde bu vazo, içindeki yazıya bakıp o güzel günleri hatırlayacaktı.
O gün geldi bak, sana anlatıyorum şimdi dedi, genç kıza babası..
İskeleden köprüye doğru insanların telaşları adımları arasında usul usul yürüdüler.
"Elimden tut buralar kalabalık kaçırmasınlar seni" dedi, delikanlı bütün cesaretini toplayıp.
İlk kez yüreğinin sesini dinleyip, birazda mahçup titrek, cılız bir sesle söyleyivermişti.
Kızıla boyanmış saçları, kavruk tenli, balık etli hanımefendi beklenmedik bir biçimde karşılık verdi.
Hiç birşey söylemeden tuttu gencin alev gibi yanan ellerinden.
Sanki zaman durmuş, heryer kararmış, tiyatro sahnesinde sadece ikisi varmış gibiydi.
Yürüdüler Galata'ya doğru.
Köprüden Karaköy'e geçerken Attila İlhan yetişti imdadına gencin, o müthiş dizeler döküldü ağzından.
"Elimden tut yoksa düşeceğim yoksa bir bir yıldızlar düşecek…"
Ve nokta kadar olan kahverengi benini öptü kızın sol elindeki.
Bırakma elimi olur mu?