13 Haziran'da İsrail'in İran'a yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, bölgede uzun süredir biriktirilen gerilimlerin artık yeni bir safhaya geçtiğini açıkça ortaya koydu. İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir ve Hava Kuvvetleri Komutanı Tomer Bar'ın, "Tahran yolu açıldı" açıklaması bu saldırının münferit olmadığını, devamının geleceğini gösteriyor.
İsrail savaş uçaklarının Suriye hava sahasını kullanarak Irak'ın kuzeyindeki Barzani bölgesi üzerinden İran'a yönelmesi, sadece askeri bir hamle değil, stratejik bir mesajdı. Bu güzergâhın kullanılması, Suriye'deki dengelerin İsrail lehine ne denli değiştiğini de gözler önüne seriyor. Artık Suriye, İsrail için engel teşkil etmiyor. Suriye'deki rejim değişikliği sonrası, bu ülkenin hava sahası adeta İsrail'e açık bir koridor haline geldi. Oysa bir zamanlar, İran'a yönelik her İsrail girişimi Lübnan'dan, Suriye'den, hatta Yemen'den sert tepkilerle karşılaşırdı. Ancak bugün, o caydırıcı tepki verebilecek güçlerin ya ortadan kaldırıldığına ya da etkisiz hale getirildiğine tanıklık ediyoruz.
İsrail'in İran'a yönelik son saldırısı, yalnızca bir güvenlik meselesi değil; aynı zamanda bölgesel bir vizyonun uygulamaya geçirilme adımıdır. Bugün İsrail, İran'ın dini, tarihi ve kültürel merkezlerini hedef alarak aslında bir medeniyete saldırıyor. Hüseyin Baş'ın İstanbul'da düzenlenen Gadir-i Hum Bayramı'ndaki konuşmasında dile getirdiği gibi, İran'ın nükleer gücünden çok onun taşıdığı değerler hedef alınıyor. Meşhed şehrinde, İmam Rıza Türbesi yakınlarının bombalanması bu niyetin açık göstergesidir.
Eskiden İsrail'in karşısında caydırıcı güçler vardı: Lübnan'da Hizbullah, Suriye'de Esad rejimi, Yemen'de direniş grupları… Ancak bugün bu unsurlar ya zayıflatıldı ya da devre dışı bırakıldı. Özellikle Hasan Nasrallah gibi isimlerin ortadan kaldırılması ve Suriye'de rejimin tasfiye edilmesiyle İsrail adeta bölgeyi serbestçe geçebilen bir güç haline geldi. Artık İsrail'in savaş uçakları Suriye hava sahasını kullanarak İran'ı vurabiliyor, oysa İran aynı güzergâhı kullanarak İsrail'e ulaşamıyor. Bu bile tek başına dengelerin nasıl değiştiğini gözler önüne seriyor.
Bölgeye yerleşen ABD üsleri, Barzani yönetimiyle derinleşen iş birlikleri, PKK/YPG üzerinden yürütülen siyasal mühendislik çalışmaları bu büyük planın parçalarıdır. Bugün Suriye'nin kuzeyinde veya Irak'ın kuzeyinde yaşananlar, yarın Türkiye'nin güneydoğusunda benzer bir yapının inşasına zemin oluşturabilir. Bu nedenle Türkiye'nin içinde bulunduğu anayasa tartışmalarında, "yeni bir anayasa ile çözüm" arayışı, terörle mücadeleye değil, tam tersine ülkenin üniter yapısına zarar verecek bir sürece kapı aralayabilir.
Hüseyin Baş'ın da ifade ettiği gibi, bu coğrafyada ayrılık zamanı değil, birlik zamanıdır. Medeniyetimizin, tarihimizin ve inancımızın hedef alındığı bir süreçte, siyasi rekabetlerin ötesine geçip ortak bir savunma hattı oluşturmak kaçınılmaz hale gelmiştir. Ehl-i Beyt etrafında kenetlenmek, sadece dini bir sembol değil, aynı zamanda kültürel ve stratejik bir direniş hattıdır.