Türkiye, son yıllarda siyasi, ekonomik ve sosyal açılardan büyük sınavlardan geçiyor. Böyle dönemlerde milletin yönünü tayin edecek, istikametiyle yol gösterecek lider'e her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Bugün halkın içinde ciddi bir arayış, bir özlem ve aynı zamanda güçlü bir beklenti var. Ortak değerlere, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, bağımsızlık ilkesini temel alan, gençliği merkezine alan, Türkiye'nin çıkarlarını başka ülkelerin değil Türk milletinin gözünden değerlendiren bir siyasi birliktelik…
İşte tam da bu noktada kamuoyunun dikkatini çeken bir yakınlaşma konuşuluyor: Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş ile Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ arasındaki artan diyalog, halk arasında "Atatürk İttifakı" fikrini yeniden gündeme taşıdı. Bu iki ismin yalnızca birbirine olan saygısı değil; aynı zamanda ortak fikir zemini, benzer millî duruşları ve Türkiye'nin geleceğine dair samimi kaygıları, onları potansiyel bir ittifakın iki taşıyıcı kolonu hâline getiriyor.
Bu iki liderin en belirgin ortak noktası, tartışmasız bir şekilde Atatürkçülük ve tam bağımsız Türkiye vurgusudur. Ne Batı'ya boyun eğen bir teslimiyet ne de Doğu'ya yaslanarak başka bir bağımlılık… Her iki lider de Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinden sapmadan, modern, bilim temelli ve çağdaş bir Türkiye savunusu yapıyor.
Sokaktaki insanlarla konuştuğunuzda sıkça şu sözler duyuluyor: "Hüseyin Baş ve Ümit Hoca bir araya gelse, bu memlekette taşlar yerinden oynar." Bu sözler sadece bir temenni değil; aslında toplumda biriken ve ifade edilemeyen bir özlemin dile gelmiş hâlidir. İnsanlar artık kutuplaştırıcı ve kısır siyasi kamplaşmalardan bıkmış durumda. Halk, bir yanda dini istismar edenlerle diğer yanda millî değerleri küçümseyenler arasında sıkışmaktan yoruldu. Türkiye, artık ne bölünmek ne de yönetilmek istiyor; halk, kendi kaderine sahip çıkmak istiyor.
Türkiye'nin geleceği için belirleyici olacak üç temel ilke öne çıkıyor. Birincisi, laiklik ve hukukun üstünlüğüdür. Devletin dini değil, halkın refahını öncelemesi gerekir. Tarikatlara değil, bilime ve adalete dayanan bir sistem, gerçek bir hukuk devleti için vazgeçilmezdir. İkincisi, millî egemenlik ve tam bağımsızlıktır. IMF'den, NATO'dan, AB'den veya Körfez ülkelerinden talimat almayan, kendi kararlarını kendi veren bir Türkiye, milletin özlemini duyduğu modeldir. Üçüncüsü ise gençliğe yatırım ve eğitim reformudur. Gençlerini beyin göçüyle kaybeden değil, onları ülkesinde umutla tutan bir sistem; üreten, düşünen ve sorgulayan bir nesil, Cumhuriyet'in teminatı olacaktır.
Bu ilkeler, hem Hüseyin Baş'ın hem de Ümit Özdağ'ın söylemlerinde açıkça yer alıyor. Dolayısıyla olası bir "Atatürk İttifakı", sadece bir seçim ittifakı değil, aynı zamanda toplumu yeniden inşa edecek bir ideolojik seferberlik anlamına geliyor.
Hüseyin Baş ve Ümit Özdağ'ın aynı sofraya oturması, aynı masada milletin menfaati için konuşması; halkta karşılık bulabilecek bir heyecanın fitilini ateşleyebilir. Bu, yalnızca bir siyasi gelişme değil; Cumhuriyet'in ikinci yüzyılında halkın öz gücüne dayalı yeni bir toplumsal uyanışın da habercisi olabilir.
Unutma (!) Cumhuriyet'i kuranlar da gençti. Onlara karşı olanlar güçlüydü. Ama inandılar, birleştiler ve başardılar.