Türkiye'de artık hukuk konuşulmadan ceza konuşuluyor. Henüz mahkemeye ulaşmamış bir iddianame üzerinden, medya eliyle kamuoyu mühendisliği yapılıyor. Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş hakkında hazırlanan iddianame, bu yeni dönemin adeta bir turnusol kâğıdı gibi karşımızda duruyor.
Bir siyasi lider düşünün… Eleştirmiş, düşüncesini ifade etmiş, kimseye hakaret etmemiş. Ama hakkında 8 yıl 2 aya kadar hapis istemiyle dava açılıyor. Suçlama: Cumhurbaşkanına hakaret.
Peki, ne demiş Hüseyin Baş? Trabzon'da gerçekleşen BTP il kongresinde sözde Cumhurbaşkanına cümle içinde "oğlum" ifadesini kullandığı iddia ediliyor. Sosyal medya üzerinden yaptığı ilk açıklamada sadece şunu söylüyor: "Sayın Cumhurbaşkanına oğlum diyerek hitap edecek üsluba sahip değilim. Kendisi Türkiye Cumhuriyeti devletimizin Cumhurbaşkanıdır." Her şeyi bir kenara bırakalım, ortada küfür ve hakaret yok. Amaç adaletin yerine gelmesi mi? Yoksa geleceğin Cumhurbaşkanına engel olmak mı? Sözün ağırlığını ve muhatabını okuyucularıma bırakıyorum…
Daha vahimi şu, BTP Sözcüsü ve aynı zamanda hukukçu olan Av. Lütfullah Önder, "Dosyada hakaret içeren bir kelime yok" diyor. Avukatlar, iddianameye bile ulaşamadan ceza talebini gazetelerden öğreniyor. Sormak gerek: Hukuk nerede başlıyor, medya nerede bitiyor?
Türk Ceza Kanunu'nun 299. maddesi açık. Bu suç için 1 yıldan 4 yıla kadar hapis öngörülüyor. Ancak bazı medya organlarında 8 yıl 2 aya kadar ceza talebi olduğu yazılıyor. Hukuki bir sapma mı, psikolojik bir operasyon mu? Yoksa siyasi bir mesaj mı veriliyor?
Dosyada yer alan konuşma Trabzon'da yapılmış ve muhatabı da doğrudan Cumhurbaşkanı değil. Hukuki bir değerlendirme yapılacaksa, burada "matufiyet" yani sözlerin doğrudan bir kişiye yönelip yönelmediği esas alınmalı. Ancak öyle görünüyor ki artık matufiyet değil, muhalefetin sesi matuf oluyor bazı odaklara.
Av. Önder'in sözleri aslında tabloyu net özetliyor: "Ne kadar zorlarsanız zorlayın, bu dosyadan beraat dışında bir sonuç çıkması mümkün değil." ifadesini kullandı. Ama sorun şu: Neden bir muhalefet lideri bu kadar kolayca yargı sopasıyla karşı karşıya kalıyor? Bu ülkede düşünce ifade etmek suç haline mi geldi? Bir konuşma, bağlamından koparılıp 8 yıllık bir ceza tehdidine dönüştürülüyorsa, bunun adı artık yargı değil, başka bir şeydir.
Hüseyin Baş'ın söylediği gibi, "korku" artık siyasetin yeni parolası olmuş olabilir. Ama asıl kaygı verici olan, bu korkunun yargı eliyle hayata geçirilmesidir.
Bugün Hüseyin Baş yargılanıyor olabilir. Ama aslında ifade özgürlüğü, muhalefet hakkı ve demokratik siyaset yargılanıyor. Ve bu davanın sonucu, sadece bir partiyi değil, Türkiye'de adalet duygusunu da doğrudan etkileyecek.
Yargı mensuplarına düşen görev, siyasi rüzgârlara göre değil, hukukun temel ilkelerine göre karar vermektir. Bu ülkede hâlâ adil hakimlerin olduğuna inanmak istiyoruz. Çünkü eğer onlar da susturulursa, geriye ne siyaset kalır, ne de umut.