Ülkede artık fay hattına dönüşen Galatasaray-Fenerbahçe derbisi son yılların en gerilim vadeden maçıydı.
Gözler iki takım oyuncuları kadar 55 yıl sonra derbiye atanan yabancı hakem Slavko Vincic'in üzerindeydi.
Her pozisyonda otoritesini korumaya çalışan Vincic, dakikalar ilerledikçe Arda Kardeşler'e, Atilla Karaoğlan'a dönüşmeye başladı.
Sloven hakem, trafik polisi gibi sürekli düdük çalarak maçta temponun yükselmesine izin vermedi.
Topun oyunda kalma süresinin (49.06) sezonun ilk yarısında Kadıköy'de oynanan derbi maçtan (49.16) daha az olması aslında her şeyi özetliyor.
Gelelim maça.
İlk yarıda klasik Mourinho Fenerbahçe'si vardı sahada.
Sarı-lacivertlilerin planı 3'lü görünen 5'li savunma ile alanları daraltıp rakibe pozisyon vermeyip 1 puan cepte maçı sürdürmekti.
Okan Buruk da başına büyük işler açan 3'lü savunma fantezisinden vazgeçip 4'lü savunmaya geçmişti.
Sarı-kırmızılılar, kanatlarda Barış ve Sallai ile başlayıp Fenerbahçe'ye fiziksel üstünlük sağlamak istedi.
Ancak iyi atlet olsalar da yetenekleri kısıtlı bu ikili, Osimhen'i yeterince besleyemedi.
Hal böyle olunca top Galatasaray'da olsa da bunların hiçbiri pozisyona dönüşmedi.
Maçın sonlarına doğru Mourinho da Okan Buruk da kaza golü yememeyi düşündü.
Hakem Vincic'in de yönetmekten çok idare etmesiyle maç başladığı gibi golsüz sona erdi.
Fenerbahçe'de Yusuf Akçiçek, Galatasaray'da ise Lemina en beğendiğim isimler oldu.
Peki, bu sonuç kime yaradı?
Ben her iki takımın da beraberlikten mutsuz olduğuna inanmıyorum.
Zira Fenerbahçe kazansaydı Alkmaar kepazeliğini içine atan Galatasaray taraftarı ile Okan hocanın arası açılacaktı.
Galatasaray kazansaydı puan farkı matematikte 9'a, ikili averaj avantajıyla pratikte 10'a çıkacaktı ve sarı-kırmızılılar şampiyonluk kupasının bir ucundan tutacaktı.
Bu nedenledir ki puan farkının açılmaması/kapanmaması her iki takıma da zaman kazandırdı.
Bundan sonra bizi bol gerilimli, belden aşağı vurulan, hakaret dolu 12 hafta bekliyor.