Türkiye'de artık bir gelenek haline gelen "ısmarlama dosya" siyaseti, her geçen gün daha da belirginleşiyor. İktidar, oy kaybettikçe agresifleşiyor, hukuk ise siyaset mühendisliğinin bir aparatı haline geliyor. Son günlerde yaşananlar, adaletin bağımsızlığını tamamen yitirdiğinin açık bir göstergesi.
Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş, Saraçhane'de Ekrem İmamoğlu'na desteğe giderken kendi yaşadığı hukuki baskıyı da anlattı. Yurt dışına çıkış yasağı, her pazartesi imza zorunluluğu… Bütün bunlar bir siyasi parti liderine neden uygulanır? Aynı şekilde Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'ın, hakkında iddianame bile ortada yokken tutuklu olduğu iddiası da ülkenin nasıl bir hukuk garabeti içinde olduğunu gösteriyor.
İktidar, kendine muhalif gördüğü herkesi "hukuk sopasıyla" sindirmeye çalışıyor. Peki, bu baskının asıl sebebi ne? Cevap basit: Korku. Sandık yaklaştıkça, halkın değişim talebi büyüdükçe, iktidarın sinir uçları geriliyor. Çünkü onlar da biliyor ki artık mızrak çuvala sığmıyor.
Siyasi davalarla, uydurma suçlamalarla, kişilerin özel hayatına müdahalelerle ülkenin geleceğini çalmaya çalışıyorlar. Ama unutulan bir şey var: Halk, her zaman baskıya karşı direnmeyi bildi. Tarih, zorbalıkla yönetilmek istenen her ülkede, halkın sonunda kazandığını gösterdi.
Soruyoruz: Yarın sırada kim var? Bugün Hüseyin Baş ve Ümit Özdağ'ın yaşadıklarını görmezden gelenler, yarın aynı hukuksuzlukla karşılaştığında ne yapacak? Adalet, sadece iktidarın elinde bir sopa değil, toplumun ortak vicdanıdır. Ve o vicdanın artık bu haksızlıkları kabul etmesi mümkün değil.
Türkiye'yi bu siyasi kumpaslardan ve ısmarlama dosyalardan kurtaracak olan, halkın iradesidir. Sandık geldiğinde, hukuku çarpıtanları değil, hukukun üstünlüğüne inananları seçmek şart. Çünkü adaletin olmadığı yerde, ne özgürlük olur ne de demokrasi.